TARIK BERDAN KÖROĞLU
En iyi kitap analizleri, birbirinden güncel haberler ve anketler blogumuzda bulunmaktadır.
Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı
5 Haziran 2014 Perşembe
Uzaylıların Ziyareti
İYİ POLİS KÖTÜ POLİS
İSİM TAMLAMALARI:
-İş görüşmesi
-Binanın girişi
-Güvenlikçinin adı
-Sizin randevunuz
-Aynı şirketin
mülakatı
-Kuaför çırakları
-Kariyer yönlendirme grubun semineri
-Seminerin amacı
-Şirketin önü
-Demir parmaklıklar
-Kalaycı çırağı
OLAY:
Mahmut ve
Engin seminere giderler. Engin dinlerken Mahmut başka şeylerle uğraşır.
Kürsüdeki bayan mülakatlarla ilgili bilgilendirme yapıyordur. İş görüşmesine
giderler. Engin detaylara önem verir. Seminerdeki bayanın dediği gibi
mülakattaki adamlardan biri iyi biri kötü polis rolündedir. Engin seminerdeki
kadının dedikleri uygular ve sakin kalmaya çalışır. Engin’in mülakatı iki saat
sürerken Mahmut yarım saat sonra çıkar. Mahmut kötü polis rolündeki adamın baskısına
dayanamayıp mülakatı terk etmiştir.
YER:
Konferans salonu ve şirket
ZAMAN:
Mezun olmalarına iki ay kala
OLAY ÖRGÜSÜ:
-Seminer verilir.
-Mülakata giderler.
-Engin mülakata girer. Ardından da Mahmut girer.
-Mahmut sinirlerine hakim olamayıp mülakatı terk eder.
KONU:
Öz kontrol
ANA DÜŞÜNCE:
Sinirlerimize hakim olamalıyız.
Çağlasu
GÜNEŞ
Tarık Berdan
KÖROĞLU
Sakız Okula Başlıyor
Sakız
arkadaşları Tito ve Bilo ile oyun oynuyordu. Üç arkadaş beraber futbol
oynuyorlardı. Oldukça neşeliydiler. İçlerinde en iyisi Tito'idi. Daha sonra
Sakız'ın annesi Bayan Akgül çocukları yemeğe çağırdı. Bayan Akgül harika bir
yemek hazırlamıştı. Çocuklar yemeklerini bitirdikten sonra Tito ve Bilo'nun
anneleri geldi. Ve vedalaştılar. Çünkü yarın büyük gündü.
Arkadaşları gittikten sonra Sakız ve
Bayan Akgül alışverişe gittiler.Anne,
oğul beraber kırtasiyeye gittiler. Sakız burayı çok ilginç buldu çünkü daha
önce böyle bir yere hiç gelmemişti. Kırtasiyeden kalem, defter, kalemtıraş ve
çanta aldılar. Sakız çantasını çok beğendi. Akşam çantasını hazırlayıp uyudu.
Ertesi gün
Bayan Akgül ve Sakız okula gittiler. Bayan Akgül, Sakız'ı Bay Güleç'e teslim
etti. Ancak annesinin gittiğini görünce Sakız ağlamaya başladı. Bay Güleç
Sakız'a ağlamamasını, burada çok eğleneceğini söyledi ve birlikte annesine veda
ettiler. Bay Güleç Sakız'ı arkadaşlarıyla tanıştırdı ve onu Toto'nun yanına
oturttu. Toto Sakız'a okulun içindekileri ve neler yapıldığını anlattı.
Ardından Bay Güleç çocuklara okulu gezdirmeye başladı. Önce laboratuarı
gördüler. Çocuklar laboratuarı çok beğendiler. Özellikle mikroskop adı verilen
alet Sakız'ı çok etkiledi. Bu alet çok küçük şeyleri büyük miktarlarda büyütüp
onları gözlemleyebilmemizi sağlayan bir alettir. Sakız bu aletten çok hoşlandı.
Daha sonra Bay Güleç çocukları okul kantinine götürdü. Ve çocuklara buradan
yiyecek veya içecek bir şeyler alabilecekleri söyledi. Sakız buradan babası Bay
Ortanca'nın verdiği harçlık ile meyve suyu satın aldı. Kantindeki amca da ona
para üstünü verdi
Ondan sonra Bay Güleç çocukları
yemekhaneye götürdü orada çocuklara yemek yedirdiler. Sakız yemeği çok beğendi.
Son olarak Bay Güleç çocukları oyun odası adı verilen bir odaya götürdü. Bu
odada çeşit çeşit oyuncaklar ve çeşit çeşit oyunlar vardı. Bu odada çocuklar
için bir oyun parkı bile vardı. Oyun parkında salıncaklar ve kaydıraklar vardı.
Daha sonra Sakız teneffüste otururken siyah saçlı bir çocuk ona yaklaştı ve
adının Bulut olduğunu söyledi. Bulut'un da Sakız gibi hiç arkadaşı yoktu. İkisi
birlikte oyun oynamaya başladılar ve yakın arkadaş oldular. İkisi birlikte
salıncakta sallanıp kaydıraktan kaydılar. Daha sonrada birlikte oyuncakların
bulunduğu yere gittiler ve orada çeşit çeşit oyuncaklarla oynadılar. O günden
sonra ikili çok yakın arkadaşlar oldular. Akşama doğru Bayan Akgül geldiği
zaman Sakız okuldan ayrılmak istemiyordu. Ama Bay Güleç ona bundan sonra her
gün buraya gelebileceğini söylediği zaman çok mutlu oldu.
TARIK BERDAN KÖROĞLU
Haz FTA-2000
Metin Altıok (1940-1993)
İzmir'de doğdu. DTCF Felsefe Bölümü mezunudur.
Memurluk ve öğretmenlik yaptı. 2 Temmuz 1993 günü Sivas Madımak Oteli'nde yakılan
aydınlarımızdan biriydi. O bir şiir serüveninin kahramanı olarak şiir
sevenlerin gönlünde şimdi.
Ataol Behramoğlu, Büyük Türk Şiiri
Antolojisi'nde şairin şiirini anlatıyor: ``M.Altıok'u şiirleri 70'li yıllarda
yayınlanmasına karşın, şiirlerinin kaynakları bakımından 60'lı yılların geç
ürün veren bir şairi olarak nitelemek gerekir..... Bu kuşağın en romantik,
duygucu şairleri arasında. Dili yalın. Benzetme yapmayı, anlaşılması güç
olmayan simgeleri kurmayı seviyor.''
Metin Altıok 'Şiirin İlk Atlası' kitabında
şiiri şöyle tanımlıyor: ``Şiir bilgisinin en önemli özelliği bu bilginin genel
bir bilgi olmamasıdır. Çünkü şiir devingen ve değişken, her seferinde tek ve özgün
olan çok özel bir varoluş biçimine sahiptir. Bu özellik başka şairlerin
şiirleri için olduğu kadar aynı şairin şiirleri için de geçerlidir. Şiirle her
karşılaşmamız bir öncekinden farklı, yeni bir karşılaşmadır.''
Şiirleri
MEKİK
Şimdi aşk
kaçmış bir ilmektir gövdenin örgüsünde,
Uykusuz bir gecenin çitlerine takılan.
Sökülür durmadan uzayan ipliğiyle,
Sarılır mekiğine sabahın
Ürkek bir güvercin halinde.
Ve sen eksildikçe o güvercin tamlanır,
Kanatlanır böylece köpüren özlemiyle.
Uçar gider geçmiş bir günün ardından,
Bir tüy kalır geriye senin bittiğin yerde.
SİS
Özenle boyadım ipliğini sevginin,
Gidip de bulamamanın incinmiş rengine.
Sisi gümüş bir rüzgârla tepelerden eğirdim,
Dokudum yalnızlığın bu serin kumaşını,
Sesime ayrılıklardan bir gömlek diktim.
Ölümü tastamam ezberledim de geldim,
Dilimde bu buruk türkü tadıyla
Bilmem ki buradan nereye giderim.
Sonunda kendime bir top yangın edindim,
Soluğumla besledim dudağımın ucunda.
Ömrümün külüydü savrulan hep ardımda,
Örterek yavaş yavaş bıraktığım izleri
Yanmış bir günün sürüklenen kanatlarıyla.
Koştum, durmadan koştum o küçük yangınımla,
Adımın çaresiz kıyılarında kendi göğümü
bulmaya.
SARIL BANA
Bu yaşa geldim içimde bir çocuk hâlâ
Sevgiler bekliyor sürekli senden.
İnsanın bir yanı nedense hep eksik
Ve o eksiği tamamlayayım derken,
Var olan aşınıyor azar azar zamanla.
Anamın bıraktığı yerden sarıl bana.
Anılarım kar topluyor inceden,
Bir yorgan gibi geçmişimin üstüne.
Ama yine de unutuş değil bu,
Sızlatıyor sensizliği tersine.
Senin kim olduğunu bile bilmezken.
Sevgiden caydığım yerde darıl bana.
BEN ŞİMDİ BİRAZ
Ben şimdi biraz da
Senin için görüyorum;
Gökyüzünün parlak,
Bakış seken mavisini.
Ben şimdi biraz da
Senin için duyuyorum;
Gecenin o sarsak,
Yokuş çıkan ezgisini.
Ben şimdi kanayarak
Senin için yaşıyorum;
Sazan derisi gibi
Günlerimi külle soyarak.
Tarık Berdan Köroğlu
Otobiyografik Şiir
DÜŞÜNDÜM
‘’Karşı komşunun çocuğunun daha mı çok oyuncağı var’’ diye
düşündüm,
5 yaşında.
‘’Okul
eğlenceliymiş’’ diye düşündüm,
7 yaşında.
‘’Ben ne
zaman büyüyeceğim’’ diye düşündüm,
9 yaşında.
‘’Ders
çalışmasam’’ diye düşündüm,
11 yaşında.
‘’Lisede annemlerden
ayrılacak mıyım’’ diye düşündüm,
13 yaşında.
‘’Sınavın
bir önemi yok’’ diye düşündüm,
14 yaşında.
‘’Yetişkin
olmak zor mu,acaba?’’ diye düşünüyorum şu anda.
Koray TEKİN
Hz A
SİNEKLERİN TANRISI SORULAR
SİNEKLERİN TANRISI SORULAR
1) Çocuklar neden bölünmler oluşmadan önce Ralph’ın söylediklerini dinliyorlar?
Cevap: Ralph’ın elinde tuttuğu ve çok yüksen ses çıkarabilme yeteneği olan deniz kabuğundan çok etkilenen çocuklar bu deniz kabuğuyla adaya düşmeden önce sözlerini dinlemek zorunda oldukları büyükler ile bir ilişki kuruyorlar.
2)Jack ile Ralph ilk olarak neden kavga etmişlerdir?
Cevap: Ralph ilk olarak barınak gibi temel ihtiyaçların giderilmesini istiyordu. Ancak Jack özgürlüğün tadına varıp bu sarhoşluk ile gerçekçi düşünemiyordu. Aralarındaki ilk kavga Ralph’ın barınak için iş gücüne ihtiyacı varken Jack’in ava çıkması sonucu olmuştur.
3)Kitabın adında da geçen sineklerin tanrısı nedir/kimdir?
Domuz kafasıdır.
4)Çocukları kim kurtarmıştır?
Gemi ile gelen askerler kurtarmıştır.
5)Domuzcuk nasıl öldürülmüştür?
İletişim kurmaya çalışırken uçurumdan atılan bir taşın kafasına çarpması sonucunda ölmüştür.
1) Çocuklar neden bölünmler oluşmadan önce Ralph’ın söylediklerini dinliyorlar?
Cevap: Ralph’ın elinde tuttuğu ve çok yüksen ses çıkarabilme yeteneği olan deniz kabuğundan çok etkilenen çocuklar bu deniz kabuğuyla adaya düşmeden önce sözlerini dinlemek zorunda oldukları büyükler ile bir ilişki kuruyorlar.
2)Jack ile Ralph ilk olarak neden kavga etmişlerdir?
Cevap: Ralph ilk olarak barınak gibi temel ihtiyaçların giderilmesini istiyordu. Ancak Jack özgürlüğün tadına varıp bu sarhoşluk ile gerçekçi düşünemiyordu. Aralarındaki ilk kavga Ralph’ın barınak için iş gücüne ihtiyacı varken Jack’in ava çıkması sonucu olmuştur.
3)Kitabın adında da geçen sineklerin tanrısı nedir/kimdir?
Domuz kafasıdır.
4)Çocukları kim kurtarmıştır?
Gemi ile gelen askerler kurtarmıştır.
5)Domuzcuk nasıl öldürülmüştür?
İletişim kurmaya çalışırken uçurumdan atılan bir taşın kafasına çarpması sonucunda ölmüştür.
3 Haziran 2014 Salı
Indıla derniere danse
Öğretici Metin
Fransızca olan bu şarkı yirmili yaşlarında
olan genç şarkıcı İndila tarafından söylenmektedir. Şarkı yavaş bir tempoyla
başlayıp zamanla temposunu yükseltmekte ve sonra tekrar düşürmektedir. Şarkıda
danse kelimesinin geçmesinden anlaşıldığı kadarıyla şarkının dans etmekle
ilgisi vardır. Şarkının klibinde başlangıçta arka planda çiçek tutan bir kızın
görülmesinden şarkıda kızın kendisini veya diğer bir genç kızı anlattığı
düşünülebilir.
Sanatsal Metin
Şarkıyı söyleyen genç kız şarkı
boyunca sesinin güzelliği ve pürüzsüzlüğüyle dinleyenleri büyülemekte ve
kendisine hayran bırakmaktadır. Şarkı başlangıçta duygusal bir şekilde
başlamaktadır. Zamanın geçmesi ve temponun yükselmesi ile şarkıdaki duygular
baştaki duyguların zıttına yönelmektedir. Bu yüzden şarkının nakarat ve diğer
bazı bölümlerinde duygusallık dağılmakta, onun yerine sevinç ve mutluluk ortaya
çıkmaktadır. Şarkının klibinde arka planda gözüken güzel genç kız hüzünlü
durmaktadır. Bu da şarkının bir ayrılık şarkısı olduğunun göstermekte
Berkin Erdem
SAKATAT
GÖZLERİNİN
DERİNLİKLERİNDE KAYBOLURKEN
SADECE YALNIZLIK BANA
YOLDAŞ
BENİ TERK EDERKEN
SÖYLEDİĞİN SÖZLER
KULAKLARIMDA
YANKILANIYOR YAVAŞ YAVAŞ
SANA YAKIN SENDEN
UZAK
KALMADI ACI ÇEKECEK
TAKAT
ESKİDEN AŞIKTI KALBİM
ŞİMDİ OLDU BİR DE
SAKAT
Furkan Çıkılmazkaya Hz-A
BİLİM KURGU
YAKLAŞAN FIRTINA
Çok uzak bir zamanda çok uzak bir galakside iki küçük kız
kardeş yaşıyordu. Birinin adı Hopi, diğerinin Pofi’ydi. Bu iki kardeş o
günlerde çok heyecanlıydılar. Çünkü babaları onlar için galaksinin en büyük
lunapark gezegeni olan Santora’ya bilet almıştı ama ne yazık ki kendisinin işe
gitmesi gerektiği için çocukları ile birlikte gelemeyecekti. Hopi ile Pofi
anneleriyle birlikte geziye gitmek için sabırsızlanıyorlardı. Birkaç saat sonra
uzay gemileri kalkacaktı. Yüklerini yerleştirip uzay gemisine bindiler.
Anneleri Sakapi ellerini hiç bırakmıyordu. Sakapi gezegenleri Tikarro’daki
küçük bir hastanede hemşireydi.
Uzay gemilerinde adı John Smith olan genç ve komik bir adamla
tanıştılar. Evet, yanlış duymadınız adı John Smith’ti. En azından o kendisini
John Smith olarak tanıtmıştı. John’un giyim kuşamı çok tuhaftı: kumaş pantolon,
gömlek, ceket ve bir de papyon. Hopi ile Pofi, John’u çok sevdiler. Bu
yüzdendir ki John’un de Santora’ya geldiğini duyduklarında sevinçlerine diyecek
yoktu. Yolculuk boyunca John’un yanından ayrılmadılar.
Santora’ya geldiklerinde Hopi ile Pofi gördükleri canlılara
çok şaşırdılar. Burada galaksinin her yerinden canlılar vardı. Onların
ilgilerini en çok çeken gri renkteki küçük, şirin canlılardı. Hopi dayanamayıp
John’a o küçük canlıların ne olduğunu sordu.
“Bay Smith bu küçük şirin canlılar nedir, onları sevebilir
miyiz?”
John cevap verdi, “Bunlar Santora’nın yerlileri olan
Katakonalar. Bu küçük ve sevimli yaratıklar belki de bu galaksinin en zararsız
yaratıkları olabilir, emin değilim. Oodlar da çok zararsızdır tabii enfeksiyon
kapıp delirenleri saymazsak. Neyse konumuza dönelim Katakonalar, insanların bu
gezegeni lunapark yapma teklifini sevinerek kabul etmişler ama tek şartları
buraya gelen herkesin güvenle eğlenebilmeleri için ortam sağlanmasıymış.
İnsanlar da bu şartı kabul edip burayı bir lunaparka çevirmişler sizin gibi
küçük çocuklar eğlenebil…”
Pofi hemen John’un sözünü kesip, “Peki burası çocuklar için
yapılmışsa senin gibi büyükler neden buraya geliyorlar?” demiş. John:
“ Eğer bazen kendini çocukça hislerin içinde kaybedemiyorsan,
büyüklüğe erişmenin ne anlamı var ki?”
O zaman güldükleri bu cevap belki de hayatlarının en büyük
parçası haline gelecekti, kim bilir. John, Hopi ile Pofi’yi şaşırtarak
Katakonalar gibi sesler çıkararak onlarla iletişim kurmaya başladı. Ardından
çocuklara dönüp Katakonaları sevebileceklerini söyledi. Hopi ile Pofi, mavi
polis telefon kulübesinin yanından geçip Katakonaları sevmeye başladı. O kadar
yumuşak ve sevilesi şeylerdi ki insanın elini onların üzerinden çekesi
gelmiyordu. Ama lunaparkı gezebilmek için oradan ayrılmaları gerekiyordu. Hopi
ile Pofi, Katakonalara teşekkür edip oradan ayrıldılar. Anneleri Sakapi
çocukları bu kadar mutlu olduğu için çok mutluydu. John Smith’in de
güvenilebilir bir adam olduğunu davranışlarından ve konuşmalarından
anlayabiliyordu. Ama çocuklara olan ilgisinin yanında yalnız kaldığında onun
yüzünde yaşlılığı ve hüznü görebiliyordu. Nedenini bilmiyordu ama onda bir
tuhaflık seziyordu.
Hopi ile Pofi, bütün gün lunaparkta eğlendi. En heyecanlı
kısım hız roketiydi. Ama bu eğlence ve mutluluk pek uzun sürmedi. Bir anda
parkın etrafında patlama sesleri duyulmaya başladı. Her taraftan ağlama ve
bağırma sesleri geliyordu. Patlamaya neden olan lazer topları gökyüzünden
geliyordu.
Bir süre sonra Hopi ile Pofi tuhaf bir his hissettiler.
Ardından gözlerini kapadılar. Gözlerini açtıklarında bir uzay gemisinin
içindeydiler. Gezegendeki görevliler ve yerli Katakona ırkı hariç herkes bu
gemiye ışınlanmıştı. Sakapi çocuklarını görür görmez koşup onlara sarıldı. Ama
John Smith hiçbir yerde yoktu. O sırada gemideki uzaylılar konuşmaya başladı. “
Santora’nın işgaline hazırlanın.”
Hopi ile Pofi yaratıkları daha doğrusu robotları sonradan
gördü. Bunlar daha çok önlerinde göz niyetine ufak bir boru uzanan teneke
şeklindeki robotlardı. Ve cümlelerini her hecenin sonunda kısa bir duraklamayla
söylüyorlardı. Liderleri, “ Bizden korkun insanlar. Size Daleklerin saf ve
muhteşem gücünü göstermek için sizin yaşamanıza izin veriyoruz. Buradaki yıkımı
hatırlayın ve herkese anlatın. Çünkü hepinizin sonu böyle olacak. Hepinizi yok
edeceğiz.”
Bir anda bir ses, “ Peki niye?” dedi. Herkes o cesur sesin
sahibini aradı ama kimse sesin asıl sahibini göremedi. Büyük bir merak içinde
herkes olacakları bekliyordu. Daleklerin lideri bağırmaya başladı: “ Sesin
sahibini arayıp bulun ve yok edin. Kimse Daleklerle boy ölçüşemez.”
Aynı ses, “ Hiç zannetmiyorum. Bundan yıllar önce sizinle
uzun süre savaşan bir ırk vardı. Uzun süre önce yok oldular. Artık sadece bir
efsaneden ibaretler. Ama gitmeden önce yanlarında bir şey daha götürdüler: en
büyük savaşçı ırkının yani Daleklerin geri kalanını. Ne yazık ki iki taraftan
da kurtulan oldu ve artık siz de kim olduğumu biliyorsunuz.” dedi ve bütün
Daleklerden iki kelime yükseldi: “Doktor!”, “Yaklaşan Fırtına”.
“Evet, artık kim olduğumu öğrendiğinize göre karşılıklı
konuşmaya başlayabiliriz.” dedi uzay gemisinin koridorlarından birinden bir
adam geldi. Ama bu gelen John Smith’ten başkası değildi. Hopi ile Pofi, “John!”
diye bağırdılar ve Doktor onlara el salladı. Ardından Dalekler’in karşısında
yürüyerek konuşmaya başladı: “Sizce de bu savaş yeterince uzun sürmedi mi? Ve
sonucunda ne oldu? Her seferinde elimden kurtulup başıma bela olmayı
başardınız. Aynı şekilde ben de her seferinde gelip sizin yok etme planlarınızı
bozmayı başardım. Peki, neden yok etmek zorundasınız? Santora’daki Katakonalar
belki de galaksinin en zararsız yaratıkları. Veya insanlar, size karşılık bile
veremezler. Daha uzayda hayat olduğunu bile yeni öğrendiler. Daha çok fazla
gelişip, diğer medeniyetlerin kaderini etkileyecekler. Sizin muhteşem gücünüzün
kanıtı bu mu? Sizden çok daha güçsüz, size karşılık bile veremeyen ırklara
savaş açıp onları yok etmek mi?”
“Biz Dalekleriz tüm gelişmemiş ırklar bizim gücümüzü
öğrenmeli.”
“Evet öğrenmeli. Ama onları yok ettikten sonra sizin bu
gücünüzü kim hatırlayacak? Onlara merhamet göstererek onlara kendi muhteşem
gücünüzü öğretebilirsiniz. Onların gelişme yolundaki engelleri açarak onlara
gücünüzü gösterebilirsiniz. Hem böylece insanlar sizin gücünüzü sonsuza kadar
hatırlayabilirler. Eğer savaşa yönelik herhangi bir hamlede bulunursanız
karşınızda tekrar beni bulursunuz.” dedi Doktor ve geldiği yönden gitti.
Ardından metalik bir ses geldi ve bir daha da herhangi bir ses duyulmadı.
Hopi ve ablası Pofi o aynı tuhaf hissin ardından gözlerini
açtıklarında tekrar Santora’dalardı. Birkaç dakika korku içinde beklediler ama
hiçbir şey olmadı. Lunaparkın içindeki herkes sevinç içinde çığlıklar atmaya
başladı. Hopi ile Pofi de anneleri
Sakapi’ye sarıldı. O gün bir daha hiç Doktor’u yani John Smith’i göremediler.
Ama göremedikleri bir şey daha vardı. Sabah orda olan ama şu anda orda olmayan
bir şey: mavi polis telefon kulübesi. Ama hiçbiri bunu fark etmedi.
Hopi ile Pofi anneleriyle birlikte Tikarro’ya geri döndüler
ve babalarına ve gördükleri herkese o gün onları kurtaran kahramanı anlatıp
durdular. Bazıları inandı, bazıları inanmadı. Ama bu hikâye yüzyıllar sonra
bile anlatılmaya devam edildi.
5 Mayıs 2014 Pazartesi
İslamiyet öncesi Türk edebiyatı
İslamiyet öncesi Türk edebiyatı ya da Destan dönemi Türk edebiyatı, Türklerin İslamiyet'i kabulünden önceki dönemlerdeki Türk edebiyatıdır. İlk Türkçe edebî eserler bu dönemde verilmiştir.
Bu dönem sözlü ve yazılı edebiyat olmak üzere ikiye ayrılır.
Sözlü Edebiyat
Sözlü Türk edebiyatı, Türklerin henüz yazıyı kullanmadıkları dönemdeki edebiyattır. Bu dönem edebiyatı sözlü olarak üretilmiş ve kulaktan kulağa yayılarak varlığını sürdürmüştür. Bu dönemde Türk edebiyatını Şamanizm, Manihaizm, Budizm gibi dinler etkilemiştir. Özellikleri:
1."kopuz" adı verilen sazla dile getirilmiştir.
2.Ölçü olarak ulusal ölçümüz olan "hece ölçüsü" kullanılmıştır.
3.Nazım birimi "dörtlük" tür.
4.Dönemine göre saf bir dili vardır.
5.Dizelere genel olarak yarım uyak hakimdir.
6.Daha çok doğa, aşk ve ölüm konuları işlenmiştir.
7.Bu dönem ürünleri anonimdir.
8.Avcı ve göçebe toplumun dinsel törenlerinden doğmuştur.
9.Anlatım söze dayanmaktadır.
10.Şiir ağırlıklıdır.
11.Uyak düzeni aaab,cccb,dddb dir.
Dönemin Ürünleri
- Koşuk:Sığır denilen sürek avlarında söylenen şiirlerdir Konusu daha çok doğa, aşk, savaş ve yiğitliktir. Bu tür daha sonra halk edebiyatında koşma adıyla anılmıştır.
- Sav:Dönemin özlü sözleridir. Bugünkü atasözlerinin ilk biçimi niteliğindedir.
- Sagu:"Yuğ" adı verilen ölüm törenlerinde ölen kişinin erdemlerini ve onun ölümünden duyulan hüznü,acı,üzüntüyü dile getiren şiirlerdir.
- Destan:Toplumu derinden etkileyen olaylar sonucunda halk arasında kendiliğinden oluşan uzun nazım türüdür.
Sözlü dönem destanlarının özellikleri
1.Toplumun ortak görüşleri yansıtılmıştır.
2.Olağanüstü özellikler bulunmaktadır.
3.Önemli kişiler han, kral gibi seçkin kişilerden veya toplumun kabullendiği bir kahramandan ibarettir.
4.Söyleyiş milli dil tarzındadır.
5.Oldukça uzun yazılardır.
6.Milli nazım ölçüsü kullanılmıştır.
7.Konuları bakımından savaş, deprem, yangın, mizah, ünlü kişilerin yaşamları şeklinde gruplandırma yapmaktadır.
Türk destanları
Destanlar yazıya geçirilmedikleri için bugün bunların ancak konuları bilinmektedir. Bunlar da İran, Çin ve Arap kaynaklıdır.
Saka Devri Destanları
- Alp Er Tunga Destanı: Türk-İran savaşlarında Alp Er Tunga’nın yiğitliklerini ve bu savaşları anlatır.
- Şu Destanı: İskender ile Türkler arasındaki savaşı ve Türk hakanı Şu’nun kahramanlıklarını anlatır
Hun Devri Destanları
Oğuz Destanı:Hun hükümdarı Oğuz(Mete)'un Orta Asya'da Türk birliğini nasıl kurduğu anlatılır.Bu destanın Uygurca yazılmış bir kopyası Paris'tedir.
Göktürk Destanı
- Bozkurt Destanı: Göktürklerin dişi bir kurttan türeyişini anlatır.
- Ergenekon Destanı: Bir savaşta yenilen ve Ergenekon’a kaçan Türklerin orada bir demir dağı eritip intikamlarını almalarını anlatır.
Uygur Devri Destanı
- Türeyiş Destanı: Türklerin erkek bir bozkurttan meydana geldiğini anlatır.
- Göç Destanı: Uygur Türklerinin anayurtlarından göçünü anlatır.
Destan Türleri
Destanlar oluşumları bakımından iki grupta incelenebilir
Doğal Destanlar
Halk arasında ortaya çıkan anonim ürünlerdir. Bunlar genellikle daha sonra bir şair tarafından derlenip düzenlenmiştir. Bu türe örnek olarak şu destanları sıralayabiliriz.
- İlyada , Odysseia, Yunanlıların (Homeros)
- Kalevala, Finlilerin,
- Nibelungen, Almanların,
- Ramayana,Mahabarata, Hintlilerin
- El Cid, İspanyolların
- Chanson de Roland, Fransızların
- Gılgamış, Sümerlerin
- Şehname, İranlıların
- İgor, Rusların
- Şinto, Japonların
Türklerin Yapay Destanları
- Kuvay-ı Milliye Destanı : Nazım Hikmet
- Üç Şehitler Destanı : Fazıl Hüsnü Dağlarca
- Çanakkale Destanı: Mehmet Akif Ersoy
- Genç Osman Destanı: Kayıkçı Kul Mustafa
- Selçukname: Yazıcıoğlu Ali
Yazılı Edebiyat
Yazılı edebiyat, Türkler arasında yazının kullanıldığı devirlerde başlayan bir edebiyattır. Eldeki en eski ürünler 5. ve 6.yüzyıllarda yazıldığı tahmin edilen Yenisey Kırgızlarına ait balbal adı verilen mezar taşlarıdır. Ancak bu yazıtlar, adlar ve birkaç sözcükten oluşan Türkçe sözlerden ibarettir. Bu yazıtlardaki alfabe daha sonraki dönemlerde kullanılan Göktürk alfabesine göre ilkel bir nitelik taşır.
Yazılı edebiyata ait en önemli örnekler 8.yüzyılda dikilen ve günümüze dek ulaşan Göktürk Kitabeleri'dir. Bu yazıtlara bugün Moğolistan'da bulunan Göktürk Kitabeleri,Orhun Irmağı'nın eski yatağı üzerinde bulunduğu için Orhun Yazıtları (Anıtları/Kitabeleri) denmiştir. Göktürk Kitabeleri'de Yenisey Yazıtları gibi dikili taşlar üzerine Göktürk alfabesiyle yazılmıştır.
Yazıtlarda Doğu Göktürklerin tarihinden, komşularıyla olan ilişkilerinden savaşlarından ve yönetiminden söz etmektedir. Canlı bir söylev dili ve üslubu vardır. Bu yazıtlar,Türk dili tarihi açısından önemli belge niteliği taşır.
Yazılı Dönem Ürünleri
Orhun kitabeleri
Uygur kitabeleri
Orhun kitabeleri: Çinlilere karşı bağımsızlık savaşı yapan, Türk bütünlüğünü yeniden kurmak için içte ve dışta savaşan Köktürklerin hikâyesi bu yazıtlarda anlatılmaktadır. Bu abideler 38 harfli olan Köktürk alfabesiyle yazılmıştır. Bunlardan en önemli olanları 3 tanedir.
1.Tonyukuk Yazıtı:Dört bakana vezirlik etmiş olan Tonyukuk tarafından yazılmıştır. Daha çok Çinlilerle yapılan savaşlar anlatılmaktadır.
2.Kül Tigin Yazıtı:Göktürk hakanı Bilge Kağan'ın kardeşi Kül Tiğin'in ölümü üzerine Bilge Kağan tarafından dikilmiştir.
3.Bilge Kağan Yazıtı:Göktürk hakanı Bilge Kağan'ın ölümünden sonra yazdırılmış bir abidedir. Son iki yazar daha çok dönemin olaylarından, törelerden ve Bilge Kağan'ın ulusuna dilediği iyi dileklerden söz eder.
"Türk adının geçtiği ilk yazılı belge ve Türk Edebiyatı'nın ilk yazılı örnekleri olan Köktürk abidelerinde yazılar Prof. Thomsen ve Radloff tarafından okunmuştur.
Uygur Dönemi Eserleri:Köktürk devletinin yıkılmasından sonra kurulan Uygur hanlıklarından kalma eserlerdir. Daha çok Buddha ve Mani dininin esaslarını anlatan metinlerdir. Bunlar turfan yöresinde yapılan kazılarda ortaya çıkarılmıştır. Uygurların kâğıda kitap basma tekniğini bildikleri anlaşılmaktadır. Dönemden kalma birçok hikâyenin yanında "kökünç" denilen bir ilkel tiyatro eserleri de vardır. Uygurlar bu eserleri 14 harfli Uygur alfabesiyle yazmışlardır.
KAYNAKÇA
-tr.wikipedia.org/wiki/Türk_edebiyatı
-www.gezginler.net/indir/bde-turk-edebiyati
-www.bilgicik.com
25 Nisan 2014 Cuma
Mülksüzler, Ursula K. Le Guin tarafından 1974'de yazılmış ütopik bir bilimkurgu romanıdır.
DİKKAT!! Yazının devamı, eserin konusu hakkında ayrıntılı bilgi içermektedir.
Konu 'Anarres' ve 'Urras' adlı bir ikili dünya sisteminde geçer. Anarres Odo'cu anarşistlerin, Urras ise kapitalist ve devletçilerin dünyasıdır. Hikaye Shevek adlı bir Anarresli'nin Urras'a gidişiyle başlar.
Le Guin, Mülksüzler için "ikircikli ütopya" ifadesini kullanır. Bunun en önemli nedeni, romanın, bir ütopyadaki ideal toplum veya ideal yaşam resmini yaratmamasıdır. Anarres, anarşist bir idealle yaşayan bir toplumu resmeder; ancak Anarres kurak, verimsiz ve zor yaşam koşulları sunan bir dünyadır. Urras da aksine verimli toprakları olan ve kolay yaşama olanakları sağlayan bir dünyadır; ancak burada da kapitalist ve totaliter bir rejim süregelmektedir. Ayrıca Anarres'de Shevek'in bilimsel merakı sonucunda keşfettiği bir teorinin yayımlanması, Urraslılar'ın işine yarayacağı gerekçesiyle reddedilir. Keza, Shevek'in, kitabın sonunda öğrenildiği üzere, Urras'a gitme nedenlerinden biri de budur. Bu bağlamda ne anarşist bir ütopyadan ne de devletçi bir ütopyadan bahsedilemez.
Uyarı sonu.
Le Guin, Mülksüzler için;
"Romanım Mülksüzler, kendilerine Odocu diyen küçük bir dünya dolusu insanı anlatıyor. İsimlerini toplumlarının kurucusu olan Odo'dan alıyorlar; Odo romandaki olaylardan kuşaklarca önce yaşamış, bu yüzden olaylara katılmıyor ya da yalnızca zımnen katılıyor, çünkü bütün olaylar aslında onunla başlamıştı.
Odoculuk anarşizmdir. Sağı solu bombalamak anlamında değil: kendine hangi saygıdeğer adı verirse versin bunun adı tedhişçiliktir. Aşırı sağın sosyal-Darwinist ekonomik özgürlükçülüğü de değil; düpedüz anarşizm: eski Taocu düşüncede öngörülen, Shelley ve Kropotkin'in, Goldmann ve Goodman'ın geliştirdiği biçimiyle. Anarşizmin baş hedefi, ister kapitalist isterse sosyalist olsun, otoriter devlettir; önde gelen ahlakî ve ilkesel teması ise işbirliğidir (dayanışma, karşılıklı yardım). Tüm siyasal kuramlar içinde en idealist olanı anarşizmdir; bu yüzden de bana en ilginç gelen kuramdır." demiştir.
Mülksüzler 1975'de bilimkurgu dünyasının 2 büyük ödülü olan Hugo ve Nebula ödüllerini almıştır.
Mülksüzler uzun süre bilim kurgu ya dahil edilmemiştir. Türkiye'de de bilim kurgu serilerine dahil edilmesi 90 lı yıllardaki basımlarıyla gerçekleşmiştir. Bu yapıta kadar bu denli politik göndermeler yapılan bir bilim kurgu eserine nadiren rastlanır. Türkiye'de de bütün sosyal katmanlardan okuyucu bulan eser kapitalizmin keskin eleştirisi olarak popülerliğini korumaktadır.
Kaynakça: wikipedia,metiskitap.com
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)